13 Kasım 2014 Perşembe

Ekim ve Kasım Ayı Etkinlikleri

                Fatih Erkoç, Kerem Görsev Trio'nun 12 Ekim'deki konserinden


Fatih Erkoç, babasının üç yaşında aldığı kemanla müzikle ilgilenmeye başladı. İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda 7 yıl trombon, kontrbas, piyano eğitimi aldı. 11 yıl Norveç'te yaşayan sanatçı, Altın Güvercin şarkı yarışmasında 2 kez birincilik kazandı. Kerem Görsev ile birlikte bir CD ve DVD çalışmaları ve sanat akademisi çalışması da bulunuyor.
http://www.fatiherkocakademi.com/tr/index.php



Caz sanatçısı, piyanist ve besteci Kerem Görsev, İstanbul Belediye Konservatuarı ve İstanbul Devlet Konservatuarı'nda eğitim aldı. Pek çok ünlü müzisyen ve orkestrayla çalışan sanatçının 11 albümü bulunmakta.
FATİH ERKOÇ KEREM GÖRSEV TRİO A DAY IN THE LİFE O…: http://youtu.be/jOUgxwdcH3M




                                              29 Ekim Cumhuriyet Yürüyüşü'nden

                                             10 Kasım Atatürk'ü anma resitalinden
10 Kasım Atatürk'ü anma resitalinde Prof. Devlet Devrim Öztaş mükemmel bir konser verdi. Sanatçı piyano eğitimine Ankara Devlet Konservatuvarı'nda başladı, daha sonra Mimar Sinan Devlet Konservatuvarı'na geçerek konservatuvar birincisi oldu. Yüksek lisans diploması aldıktan sonra, Franz Liszt Müzik Akademisi'nde 28 piyanist arasında ilk üçe girerek ustalık programına (virtiözlük) kabul edildi. Yurt içi ve yurt dışında ödüller kazanan sanatçı, yine yurt içi ve yurt dışında pek çok konser verdi. 2011 yılında 36 yaşında profesör oldu.


Devlet Senfoni Orkestrası konserinden... 15 Kasım 2014... Şef İbrahim Yazıcı, keman sanatçısı Özcan Ulucan

Brahms - Özcan Ulucan & Fazıl Say: http://youtu.be/AcXst1BX0Y0






Ve Kasım ayını İspanyol Alenday Flamenko Dans ve Şarkı Topluluğu'nun harika gösterisiyle bitirdik. Ünlü dansçı Manuel Reina'yı sahnede izlemek büyük şanstı. Manuel Reina, kendi gibi dansçı olan Işıl Reina ile evli ve yıllardır İstanbul'da yaşıyor. Taksim'de Etnik34 adlı bir dans okulları bulunuyor.

11 Kasım 2014 Salı

Hard Rock Cafe, Beyoğlu


Arkadaşımın doğum günü için yine İstiklal Caddesi'nde buluşmaya karar verdik ama bu kez her zaman gittiğimiz cafe yerine, değişiklik yapıp, Hard Rock Cafe'ye doğru yola çıktık. Kafeyi bulmak oldukça kolay, Galatasaray Lisesi'nin karşısındaki  Meşrutiyet Caddesi'ne saptığınızda, biraz ileride solda karşınıza çıkıyor.


Kafenin girişinde giysi satışı yapılan bir bölüm var. Rock müziğe gönül verenlerdenseniz, kafe sizin için hoş sürprizler barındırıyor.


Kafenin duvarları Evanescence, God smack, Ugly Kid Joe, Scorpions, Poison, Beatles, Fleetwood Mac, Neil Young'tan gitarlar, ünlü müzisyenlerin müzik aletleri, giysileri ve anılarla dolu.



Kafede çalışanlar ilgili, çalan müzikler harika. Menüde çok fazla çeşit olduğunu ve fiyatların ucuz olduğunu söyleyemem. Biz kahve ve bira içmeyi seçtik.



Şu anda cafede Afrika'daki aç çocuklar için bir kampanya var, fotoğraftaki bilekliklerden alarak, ufak ta olsa bir yardım yapabiliyorsunuz, bunu da hatırlatmak isterim. Ve bildiğiniz gibi rocker olmak siyah giymek değildir, duyarlı ve farkındalıkları olmak, nerede bir adaletsizlik varsa karşı durmaktır...


3 Kasım 2014 Pazartesi

How To Train Your Dragon - Ejderhanı Nasıl Eğitirsin



Günümüzde animasyon filmlerine sadece çocuklar ilgi duymuyor. Shrek, Buz Devri, Aslan Kral, Kayıp Balık Nemo gibi animasyon filmlerini çocuklar kadar, yetişkinler de izledi. Benim de izlediğim animasyon film listem gün geçtikçe uzuyor, Vol.i, Ölü Gelin, Yürüyen Şato ve diğerleri. Bu listeye son olarak Ejderhanı Nasıl Eğitirsin de eklendi. 2010 yılında birincisi vizyona giren filmin, bu yıl ikincisi beğeniye sunuldu.


İkinci filmde tahmin edileceği gibi, hikaye kaldığı yerden devam ediyor, Berk kasabasında nelerin değiştiğine birer birer şahit oluyorsunuz. Geçmişten gelen Drago karakteri filmin kötüsü. Dişsiz yine bazen ejderha, bazen evcil hayvan gibi davranıyor. İzleyecekler için çok fazla ipucu vermek istemiyorum, sadece Astrid'in Hiccup'u taklit ettiği sahneye de dikkat diyorum. Filmde yine her şey özenle hazırlanmış. Gişe başarısına bakılırsa, serinin üçüncü filmi yolda demek yanlış olmaz.

13 Ekim 2014 Pazartesi

Fotoğrafıma Bir Ödül


Dünyayı Keşfet grubunun düzenlediği, 2014'ün En İyi Seyahat Fotoğrafı yarışmasında, İtalya'da çektiğim yukarıdaki fotoğrafımı üçüncülüğe değer bulmuşlar. Belki çok büyük bir ödül değil ama sabah aldığım bu haber yüzümde büyük bir gülümsemeye neden oldu :) Teşekkürler Dünyayı Keşfet grubu.

http://www.dunyayikesfet.net/2014/10/2014un-en-iyi-seyahat-fotografi-yarismasi.html

17 Eylül 2014 Çarşamba

Bursa Gölyazı Köyü


Bursa gezimizin üçüncü gününde, Gölyazı'ya gitmek üzere, otobüsle küçük sanayi garajına doğru yola çıktık. Garaja vardığımızda saat 10:30 du, saat 11:00 de sarı renkli bir otobüsle Gölyazı köyüne hareket ettik, daha sonraki otobüs 14:00 deydi, anlaşılacağı gibi köye otobüs seferleri çok sık değil. Garajdaki büfeden alacağınız 3,75 TL lık bir biletle otobüse biniyorsunuz, yolculuk 40 dakika sürüyor.



Uluabat Gölü kıyısındaki köyün geçim kaynağı balıkçılık ve zeytincilik. Tarihi Roma dönemine kadar dayanıyor.


Köyde her sene okullar kapandıktan sonra, Haziran sonunda, leylek şenlikleri düzenleniyor. Pek çok leylek yuvası görsem de, doğal olarak leylek göremedim.
Garajda sohbet ettiğim teyze, balık yiyeceksek tanıdığı olduğunu söylemişti. Otobüsten inince bizi oraya Balık Evi'ne götürdü, tanıştık, tekrar görüşmek üzere sağa çay bahçesine doğru ilerledik. Çay bahçesini geçince gözlemecileri bulduk, göl kenarındaki piknik masalarından birine oturduk, ısmarladığımız patlıcanlı gözlemeleri beklemeye başladık.



Gözleme hamurları açılırken fotoğraf için izin istedim, geri çevirmediler. Fotoğraf konusunda hassas olduklarını duymuştum, sohbet ettikçe asıl sorunun izinsiz, saygı göstermeden çekilmesi olduğunu öğrendim. İlk kez yediğim patlıcanlı gözleme lezzetliydi, oldukça büyük olduğundan bir parçasını bitiremedim ve bu lezzetli gözlemelerin tanesine 5 TL ödedik.



Hava, manzara güzeldi, karabataklar, ördekler, martılar, öğlen sıcağında gölgelerde uyuklayan kediler, ağaçların dallarının hafif esen rüzgarla sallanışı, yaprakların arasından güneşin arada bir göz kırpışı, sakinlik... her şey çok güzeldi.



Az önce önünden geçtiğimiz meydandaki çay bahçesinde çay içmek istedik ama temizlikte sınıfta kalınca köprüyü geçerek, 750 yaşında olduğu tahmin edilen Anıt Çınar'ın (Ağlayan Çınar diyorlar) oradaki çay bahçesine gittik.



Ağacın kolları öylesine kalındı ki kırılmaması için destekler koyulmuş. Çınar bu kadar yıl sonra bile canlı, dallarıyla çay bahçesinin üzerini kaplıyor, onun yanında ya da altında oturmak mutluluk verici bir deneyimdi.



Fotoğraf çekmek için kısıtlı bir zamanım vardı, hızlı bir yürüyüşle sınırlı sayıda kare alabildim. Doğrusu sahil, gölün kıyısı beni hayal kırıklığına uğrattı. Göldeki kirlenme çok belirgin, yer yer bataklıklar oluşmuş. Kıyıda, pet şişeler, atılmış lastikler, plastik leğenler kadraja girmesin diye çok uğraştım. Sahile adım attığımda onlarca küçük kurbağa zıplayarak göle doğru kaçıyordu, fotoğrafları bu şartlar altında çektim.



Bir sokağın başında iki teyze pekmez yapmak için, siyah incirlerin kabuklarını soyuyordu, köyde kış hazırlıkları başlamıştı. Bir sokağa girdiğimde, adının Fatma olduğunu öğrendiğim başka bir teyze kış için salça hazırlıyordu. Kısa sohbetimizin ardından "çay demleyeyim" dedi, Anadolu insanı :)



Göl atıklarla kirlenmez, köy halkı temizliğe özen gösterirse, Gölyazı uzun yıllar balıkçılıktan ve turizmden ekmek yiyebilir ama bunun tersi olursa korkarım bir süre sonra cazibesini yitirebilir...

Bursa merkeze çok geç saatte dönmek istemediğimizden akşam yemeğini biraz erken yedik. Daha önce uğradığımız Balık Evi'ne gidip, Turna Balığı ve salata siparişimizi verdik. (fotoğraftakiler yeni tutulmuş ve pişmiş turna balığı). Normal bir bekleme süresinden sonra balıklarımız, salata, iki meze ve daha sonra da ikram olarak biraz havyar geldi. Balıklar çok doyurucu ve lezzetliydi, ekmek tam bir köy ekmeğiydi, nefisti. Dört porsiyon balık ve salataya 65 TL ödedik, bu oldukça uygundu.


Bursa merkeze dönerken garajdan kalkan treni kullandık. İstanbul'da metrobüs neyse Bursa'da tren aynı, kalabalık. Neyseki ineceğimiz Osmangazi durağına çabuk vardık, kısa bir yürüyüşle kent meydanındaydık. Dolmuşla, Heykel semtine döndük, bir yorgunluk kahvesinden sonra otelimizde dinlenmeye çekildik.



Ertesi sabah kahvaltıdan sonra, İstanbul'a dönüş saatimize zaman olduğundan, kısa bir alışveriş turu yaptık...



Bursa'nın ünlü kestane şekerini pek çok dükkanda farklı fiyatlarla bulabilirsiniz, yani herkesin kesesine göre kestane şekeri bulunuyor, Koska'da ise yarım kilosu 23 TL dan satılıyor.



Bursa'nın diğer ünlü tatlısı Hurma Tatlısı'nın tadına bakma fırsatımız olmadı ama, kuşbaşılı pidesi Cantık öğle yemeği tercihimiz oldu. Çok ufak doğranmış kekikli etleriyle lezzetli bir pideydi (tanesi 3,5 TL dan satılıyor).



Bazılarınız üç günlük Bursa gezimde yemeklere çok ağırlık verdiğimi düşünebilir ama Bursa yemek kültürüyle de ünlü bir şehrimiz. Mümkün olduğunca fiyatlarını da yazarak, ziyaret edeceklere yardımcı olmaya çalıştım, umarım faydalı olmuşumdur.
Başka gezi yazılarımda buluşmak üzere...

16 Eylül 2014 Salı

Bursa Kent Müzesi - Teleferik


Uykumuzu almış, dinlenmiş olarak Bursa'daki ikinci günümüze başladık, saat sekizde  kahvaltı için otelin terasına çıktık. Bursa merkezde özellikle termal havuzları olan otellerin fiyatları yüksek. Biz akşam girip sabah çıkacağımız bir otele fazla para vermek istemedik, temiz, merkeze yakın ama fazla lüks olmayan bir oteli tercih ettik.






Kahvaltıdan sonra, kısa bir yürüyüşle Atatürk heykelinin arkasındaki, eski adliye binasındaki Bursa Kent Müzesi'ne ulaştık. Kutlama törenleri bugün de devam edecek gibi görünüyordu. Müze bahçesinde oturma yerleri hazırlanmıştı, Balkan ülkelerinden halk oyunu toplulukları bahçeye giriş yapıyordu.



Hemen hepsi anı fotoğrafı almama böyle gülümseyerek izin verdi. Saat on gibi kişi başı 1,5 TL ödeyerek müzeye giriş yaptık. Müze şehrin 7000 yıllık tarihini barındırıyor ve üç kattan oluşuyor. Eklediğim ilk fotoğraf Nazım Hikmet'in Bursa Cezaevindeyken yaptığı yağlıboya tablo, müze bunun gibi pek çok tarihi ve ilginç eserler barındırmakta, bağışlanan eserlerle çok özel bir müze olmuş.



Yukarıda elde yapılan ilk bayraklardan biri ve bir kaç balmumu heykelden Yıldırım Beyazıd'ın balmumu heykeli. Bursa'ya yolunuz düşerse müzeyi gezmeden dönmeyin derim.




Müze çıkışında hemen Atatürk heykelinin önünden bindiğimiz araçla ikinci durağımıza, teleferiğe bineceğimiz yere doğru yola çıktık. Biletleri aldığımızda ilk kez yaşayacağımız bu deneyim için heyecanlıydık. İstanbul'da Piyer Loti tepesine çıkmak için bir çok kez teleferiği kullanmıştım ama burada tırmanılan yükseklik farklıydı. 20 saniyede bir kabin geliyor, 1963 te yapılan sistem ve kabinler yakın zamanda tamamen yenilenmiş. Bilet için gidiş dönüş tam 20 TL, öğrenci 10 TL ödüyor.




Yemyeşil ormanın içinde yukarıya doğru tırmanmaya başladık, önümüzde uzanan manzara mükemmeldi ama yukarılara çıktıkça arkamıza baktığımızda gördüğümüz maalesef üzücüydü. Son fotoğrafta görülen beton yığını Bursa merkez, gördük ki sadece tarihi binaların çevresinde yeşillik kalmış.



Teleferiğin ilk durağında piknik yerleri hazırlanmış, bir de çocuk bahçesi var, isteyen burada inebiliyor, biz ikinci durağa devam ettik. İkinci durakta indik ve bir minibüse binerek daha yükseğe doğru yol aldık (kişi başı 3 TL ödedik). Minibüste fazla kişi olmadığından şöförümüz bir çeşmede durdu, buz gibi nefis dağ suyunu su şişelerimize doldurduk, sular merkeze indiğimizde bile tamamen ısınmamıştı. Minibüsün çıkacağı son noktaya, pek çok otelin bulunduğu yere indiğimizde, bizi serin ama mis gibi bir hava karşıladı. Buradan iki kişilik (yukarıda fotoğrafta gördüğünüz gibi) teleferiklerle daha yükseğe çıkabiliyorsunuz. İçimize bol bol dağ havası depoladık ve Cumalıkızık'a doğru yola çıktık.



Bir sonraki yazımda, Cumalıkızık'la buluşmak üzere.