16 Haziran 2013 Pazar
Bozcaada (üçüncü ve son bölüm)
Müzeyi gezdikten sonra susadıysanız, tekrar meydana inip hemen sokağın karşısındaki Ada Kafe'de Gelincik Şurubu'nuzu içebilirsiniz.
Ertesi gün sahilde Tenedos balıkçısında Fıstıklı Girit Ezmesi'nin tadına bakabilir, Polente Kafe'de soğuk bir şeyler içebilir ya da Eski Kahve'de keçi sütünden yapılmış dondurmayı deneyebilirsiniz.
Adadan ayrılmadan Rum Mahallesi'nde Meserret Sokak'daki Çiçek fırınından 10 tahıllı ekmek alabilirsiniz. İçinde neler olduğunu sorduğumda aldığım cevap şuydu: arpa, yulaf, çavdar, kepek, mısır, buğday, pirinç, nohut, ceviz, pekmez.
Size son önerim yine Lale Sokak'ta müzeyi geçtikten sonra solda Lale Kafe'de, 57 çeşit kökten yapılan ilginç bir kahve. Harika ev yapımı vişne likörü ve limonataları da var.
Adadan dönerken sevdikleriniz için hediyeler almak isterseniz, ben İğdeli Sokak'daki Naciye Butik, Masal, meydandaki Aral Dantela ve Atatürk Caddesi'nde kiliseye yakın Biz Takıları ve Aksesuarları'nı önerebilirim. Burada sadece üzüm ve şarap konsepti üzerine ürünler satılıyor. Küpe, kolye, anahtarlık, mutfak eşyaları pek çok ürün var.
Uzun bir tatil olmasa da doğanın ve güler yüzlü insanların içinde olmak bana çok iyi geldi. Mümkün olduğunca Bozcaada hakkında bilgi vermeye çalıştım ve bazı fotoğraflarımı da paylaştım, umarım faydalı olabilmişimdir. Gitmeye karar verirseniz size de iyi tatiller. (:
İkinci Bozcaada tatilimi de okumayı unutmayın lütfen...
Bozcaada (ikinci bölüm)
Kaldığım pansiyon Cumhuriyet Mahallesi'ndeydi (eski adı Rum Mahallesi), Arnavurt kaldırımlı sokakları adımlayarak kısa sürede meydana çıkabiliyordum. İlk gün bir çay bahçesinde oturup otlu omletin tadına baktım. İçine rezene, semizotu o gün mutfakta ne varsa koyuyorlar, o yüzden her denemenizde farklı bir lezzet alabilirsiniz. Balıkçı barınağı çevresinde sahilde pek çok lokanta var ve biraz içerideki kafeler de oldukça fazla. Eğer balık yemek ve adanın şaraplarından birinin tadına bakmak isterseniz, az bir hesap ödemeyeceğinizi söylemek isterim. benim seçtiğim balık 40 TL tuttu, balığa göre fiyat değişebilir, bütün mezeler ortalama 10 TL civarında ve bir şişe şaraba da 40 TL ödeyebilirsiniz.
Adada çok çeşitli reçeller yapılıyor. İğde çiçeği, akasya, elma gül, lavanta, karpuz, kavun, mandalina, böğürtlen, domates, gelincik. Benim gittiğim dönemde domates ve gelincik satılıyordu daha çok (kavanozu 10 TL). Adada sadece Ziraat Bankası şubesi ve bir kaç bankanın ATMsi bulunuyor( Garanti, Halk Bankası). Çarşamba günleri ufak bir pazar kuruluyor. Pazar dahil hiç bir yerde plastik ambalaj kullanılmıyor, yani ne alırsanız alın kağıt ambalaj yapıyorlar.
Döndüğüm güne kadar Rum Mahallesinde bütün sokakları dolaşmaya çalıştım ve her gezimde başka bir güzellik farkettim.
İlk gün öğle yemeğinden sonra meydandaki methini çok duyduğum Çınaraltı Kahvesi'nin yolunu tuttum. Asırlık çınarların altında mola vereceğiniz ufak bir mekan. Oraya giderseniz tahta bir sandalyeye kurulun, damla sakızlı Türk kahvenizi söyleyin, isterseniz yanına da acıbadem likörü. Kahve o kadar köpüklü ki son yuduma kadar lezzeti bitmiyor. Çarşı sakin, rüzgar çınarın yaprakları arasında geziniyor...
Kahvemi içtikten sonra yine ada sokaklarında dolaşmaya başladım, esnaf selam veriyor, iki kişi bir masaya oturmuş akşam sunacakları kabak çiçeği dolmasını hazırlıyor.
Meydandan yukarıya Lale Sokağı'na girerseniz biraz ileride solda 7 numarada Bozcaada Yerel Tarih Müzesi'ni göreceksiniz (giriş 5 TL). Müze 1 Haziran'dan 31 Ekim'e kadar her gün 10:00-20:00 saatleri arasında açık. Müzede Bozcaada'nın asırlık hikayesini farklı hazırlanmış odaları gezerek okuyabilirsiniz. Kapıda sizi yaşını almış fakat ruhu genç hoş sohbet bir beyefendi karşılıyor. Odalar hakkında bilgi veriyor ve gezmeye başlıyorsunuz.
130 yıllık binada 3000'den fazla fotoğraf, belge, harita, gravür ve obje bulunuyor. Örneğin ada 1915'de Fransızların üssü olarak kullanılmış. Fransız askerlerin adadan yolladığı, adayı ve savaşı anlatan kartpostalları görebilirsiniz. Ayrıca Rum ve Ortodokslara ait dini objeler de sergilenmekte.
Yine Türk ve Rum vatandaşların müzeye armağan ettikleri yaşanmışlıkları olan objeler de bulunmakta. Eski fotoğraflar, şapkalar, saat, kravat, pipolar, çakmak, gözlükler, eski bir gramofon, radyo, mızıka...
Dokuzuncu oda denizcilikle ilgili, bu odada süngercilikle ilgili eşyalar, deniz kabukları, taş koleksiyonu sergileniyor.
Zemin katta, 1925-1965 yılları arasında Bozcaada günlük yaşamına ait objeler var. Örneğin bir kasap kıyma makinası, berber Andon'un aletleri, dikiş makinaları, semerler... Bu bölümde terzi, ayakkabıcı, berber gibi 24 meslek gurubuna ait eşyalar bulunmakta.
Zemin katta ayrıca geçmişten günümüze adadaki bağcılık bölümü yer alıyor, bu bölümde üzüm çeşitleri, şişelenmiş şaraplar, tirbuşonlar, fıçılar, pek çok obje yer almakta...
Yazımın son bölümünü üçüncü bölümde paylaşacağım.
Bozcaada (birinci bölüm)
Üç günlük kısa tatilim için otogardan yola çıktığımda saatim 12:30'u gösteriyordu. Tekirdağ, Gelibolu, Çanakkale üzerinden Bozcaada feribotunun kalkacağı Geyikli iskelesine yedi buçuk saat sonra vardık. Feribotun son seferi şu anda 19:00 da, sezona göre sefer saatleri değişiyor, gitmeden önce feribot saatlerini incelemek faydalı olacaktır.
Geyikli iskelesinden aldığım gidiş dönüş biletine 6 TL ödedim ve yolculuk yarım saat sürdü.
42 kilometrekarelik Bozcaada'nın (eski adıyla Tenedos) tarihi İ.Ö 2000 yıllarına dayanıyormuş. Bağcılık da adanın tarihi kadar eski, şu anda beş şarap fabrikası bulunmakta; Rumlar ve Türkler beş asırdır burada birlikte yaşıyor.
İskeleye yaklaşırken solda Denizci Aburga Ahmed Dede Türbesini, balıkçı barınağını, sağda Bozcaada Kalesi'ni görüyorsunuz.
Diğer tarihi yapılar, Alaybey Mahallesi'ndeki Alaybey ve Mehmetpaşa Camileri, Cumhuriyet Mahallesi'ndeki Kinisis Teadogu Kilisesi, Ayazma'da bulunan Aya Paraşkivi Manastırı.
Bozcaada'da çok sayıda koy bulunuyor. Bunlardan en bilinenleri Ayazma ve Habbele koylarına minibüs çalışmakta. Ayazma Plajı hemen derinleşmeyen denizi, incecik kumu ile beni büyüledi. Arkadaki tesisin çatısına kuruması için asılmış çiroz balıkları ilginç bir görüntü oluşturuyordu. Su benim için soğuk olsa da kıyıda olmak bile güzeldi.
Sezon dışında adada olduğum için Rüzgar Gülleri'ne minibüs seferleri yapılamıyordu. Üzüntümü kaldığım pansiyonun sahibine ilettiğimde, beni arabasıyla götürebileceğini söyledi, rüzgar güllerini onun sayesinde görebildim.
Rüzgar Gülleri Türkiye'nin üçüncü rüzgar enerji santralı. 44 metrelik 17 tribün 2000 yılından beri enerji üretiyor. Tribünlerden bir tanesi adanın enerji ihtiyacını karşılıyormuş, diğer enerji deniz altından ana karaya gönderiliyormuş.
Yazıma ikinci bölümde devam edeceğim.
9 Haziran 2013 Pazar
17 Mayıs 2013 Cuma
Rumeli Hisarı, Bebek
Boğaz'ın kenarındaki bir bankta, her gün otursam da bıkmam. Hemen her hafta bir bahane bulup, koşa koşa Boğaz'a gitmemiz o yüzden. Dün güne Rumeli Hisarı'nda geç bir kahvaltıyla başladık. İlk durağımız Nar Cafe idi.
Cafe 2006 yılında açılmış, dekoru eski Osmanlı konaklarını hatırlatıyor. İsteyen duvarlardaki resimlerden satın alabiliyor, elde edilen gelirin bir kısmı sivil toplum örgütlerine aktarılıyormuş. Mekandaki kahvaltı tabaklarının isimleri de ilginç. Alper Amsterdam'da, İdil Paris'te, Şef Londra'da, Demet İzmir'de gibi pek çok menü var. Görevliler güler yüzlü ve kalabalığa rağmen hızlı servis sunuyorlar. Hafta sonları daha da kalabalık oluyormuş, o yüzden erken gitmekte yarar var.
Kahvaltıdan sonra sahilde bir bankta oturup, kendimizi geçen deniz taşıtlarını, balık tutanları izlemeye kaptırdık. Gökyüzünde uçan martılar da bu güzel manzarayı tamamlıyordu.
Öğlende bir balık ziyafetinden sonra, Bebek'e doğru yola çıktık. Bebek'in meşhur badem ezmecisinin önünden geçtik. Sağda solda waffle satan yerler bizi yoldan çıkardı. Mekanın sahibi Adem bey yirmi dokuz yıldır Bebek'de olduğunu anlatırken, bir yandan da paylaşacağımız waffle'ı hazırlıyordu.
Oradan çıktıktan sonra yarım saat kadar sahilde yürümek ikimize de iyi geldi.
Dönüş yolunda Ortaköy'de trafik yine kilitti. Taksim'de de değişen bir şey yok, hala bir şantiye görünümünde. Temmuz'da biteceği söyleniyordu ama şu anki duruma bakınca bana bu çok mümkün görünmüyor, kışın ayrı, yazın ayrı eziyet...
Yolda uzun zaman geçse de Boğaz'a gitmek, benim vazgeçilmezlerimden olmaya devam ediyor.
11 Mayıs 2013 Cumartesi
Sultanahmet Meydanı Sütunlar, Soğukçeşme Sokağı
Sultanahmet Meydanı'ndan ayrılmadan önce son olarak üç sütunu yakından görmek istedik. Bunlardan Dikilitaş yaklaşık 20 metre yüksekliğinde granitten yapılmış bir sütun. M.S 390 yılında Roma imparatoru birinci Teodosius tarafından Mısır'dan getirilmiş. Dört yüzünde firavun Tutmosis'in zaferleri anlatılıyor, batı yüzünde kaidenin üst kısmında ise, birinci Teodosius eşi ve çocuklarıyla elçileri kabul ederken tasvir edilmiş.
Örme Dikilitaş, 32 metre yüksekliğinde, yedinci Konstantin tarafından yaptırılmış, alanda yarışan at arabaları bu noktadan geriye dönüş yaparlarmış.
Yılanlı Sütun, imparator Konstantin tarafından 324 yılında Apollon Tapınağı'ndan getirtilmiş. Birbirine dolanmış üç bronz yılandan oluşuyor, günümüze sadece beş metrelik kısmı kalmış. Daha sonra yılan kafalarından biri bulunmuş ve şu anda Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte. Sütunun, şehri böceklerden ve sürüngenlerden koruduğuna inanılırmış.
Meydandan ayrılmadan önce Alman Çeşmesi'ni ve 3. Ahmed Türbesi'ni de fotoğraflamak istiyordum ama restorasyonda olduklarından bu mümkün olmadı. Meydandaki havuzun kenarında biraz mola verdikten sonra, sola Soğukçeşme Sokağı'na doğru yöneldik.
Sokak 1985-1986 yılları arasında tamamen yıkılıp yeniden yapıldı. Şu anda evler pansiyon, sarnıç ise restaurant olarak hizmet veriyor.
Hafif bir yokuş ve inişten sonra Gülhane'ye vardığımızda saat 14'ü gösteriyordu. Biraz geç de olsa öğlen yemeğimizi yerken, Boğaz'dan geçen gemileri izlemek bütün yorgunluğumuzu aldı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)